Hayat filmlerdeki gibi olsun istedim hep… Filmlerde şarkılar
gibidir ya. İyi ya da kötü bir umut taşır içinde. Hep vardır umut. Hep vardır
hayal. Açıktır her şey. Yalansız, oyunsuz…
Sen de öyle geldin. Gerçektin. Bir anda geldin. Hep aynı soruyu
sorduk; sen neden geldin odaya, ben neden sarıldım sana… Kaçamayacağımız bir
çekim alanına girdik. Sonra sorular başladı… Ardından korkular. Hiç olduğun
gibi değildin. Aslında hep yanımda olduğun gibi gerçektin de sanki ilk defa bu
kadar içtendin. Övdün, yücelttin, güldün, güldük, saçmaladık, ben ne diyorum ya
da ben niye konuşuyorum dedik hep. İkimizde duygularımıza karşı savunmasız
kaldık. Kendimize engel olamadık… Ama sonra…
Sonra fazla gevşedik dedik. Ben korktum, sen beni üzmekten
korktuğunu söyledin. Sen ilişki yaşayıp sonrasında beni üzme ihtimalinden
korktun, ben hiç yaşayamamaktan korktum. Farklıydı korkularımız… İnsanlar
hayalsiz yaşayamaz derim. Gerçekleşip gerçekleşmemesi mesele değil. Herkes ama
herkes hayal eder ve hayal ettiği için yaşar. Ama aynı zamanda korkar da. Gözü kara
insanların hayalleri korkularından büyüktür. Peki ya korkuları hayallerinden
büyük olanlar???
Onlar bir şey yaşayamazlar işte. Hayal ederler, hayallerini
dile dökerler, kendilerini tutamazlar konuşurken, hayallerinde büyürler… Sonra
bir anda bakarlar ki gördükleri manzara güzel, gördükleri manzara o an onlara
göre değil. O zamanda “kırdıysam ya da üzdüysem kusura bakma” deyip eskisi gibi
olmak isterler…
Eskisi gibi olunur mu hiç? O söylenenler nereye gidecek? Hadi
ben eskisi gibi olucam da sen nasıl olacaksın? Bana söylediklerini kendi
kulağımla duyduğumu bile bile, aklındakilerin şimdi sadece aklında değil benim
beynimde de olduğunu bile bile benimle eskisi gibi olabilecek misin? Ben gözünün
önünden geçip giderken siyah elbisemle, sen öylece bakıp kafanı çevirebilecek
misin? Huzur istiyorum demiştin ya. Bulduğun huzuru elinin tersiyle itip, o
huzuru yaratan insanı her gördüğünde için sızlamadan durabilecek misin? Demiştim
ya; ben senin söylediklerine inanırım, senle ilgili gerçek senin söylediğin
kadardır benim için diye… Söylediklerin itti beni bu düşüncelere.
O yüzden asıl ben seni kırdım ve üzdüysem ve hala kırıyor ve
üzüyorsam sen kusura bakma…
Gelelim bana. Dediğin gibi kadın aklı, hemen hayaller
kurdum. Mutluydum, mutluyduk… Gözlerimin içini güldürebiliyordun. Şarkılar vardı
aklımda. Sana söylediğim, bana söylediğin, şaka gibi gelen ama dinlerken sadece
o an birbirimizi düşündüğümüz şarkılar vardı… Sonra benim eski şarkılarım
vardı. İsimlerini söyledikçe aaa evet biliyorum dediğin, ya da aa evet
biliyorum dediğim… Filmler vardı… Gerard Butler, P.S: I Love You, Must Love
Dogs vardı… Kısaydı ama çok şey vardı…
Diyorum ki kendime düşündükçe; daha bitmedi, başlamayan
şeyler nasıl biter hem…
Ama bir yandan da üzülüyorum… Neden biliyor musun? Ben o senin
korktuğun halimizi sevmiştim. Yalansız, çıkarsız, saf, çocukça, biraz lise
ergeni, biraz fazla heyecanlı, ama içindekileri bıraksa sanki tüm dünyadaki
savaşları bitirecek kadar sevgi taşıracak kadar yoğun iki insan halini
sevmiştim. Tek üzüntüm şimdi, hayatlarımıza iki arkadaş olarak devam etsek de
aklımızda kalan hayallerimiz olacak…
Şimdi bizim filmimiz senaryosu tamamlanmamış bir proje gibi
raflarda, şarkımız ise bestesi tamamlanmamış nota kağıtları gibi dosyaların
arasında duracak. Dahası “Sen bir köşede bana bakacaksın, ben bir köşede bana
baktığını hissedeceğim. Sonra ben arkamı döndüğümde sen gözünü kaçıracaksın… Belki
de hiç umurunda olmayacağım kim bilir?”
Zaman gösterecek ilk sigaranın tadını bulup bulamayacağımızı;
o tuhaf, buğulu sesiyle söylerken şarkısını Müslüm. Soracağız belki de tekrar
tekrar gerçekten niye seni böyle istiyorum diye bulamadım diye…
Ben cevaplarımı sonraya sakladım; senden cevaplarımı
alacağım güne, belki de hiç vermemek üzere…