Sabır neymiş onu öğrendim senle... sevmeyi öğrendim beklemeyi. Anlayışlıydım da ben, daha bi gerçekten anlar oldum sanki insanları. Nasıl desem, daha da bencilliğimden sıyrıldım da öyle bi anlayışlı olmayı öğrendim.
kimseye göstermediğin yüzünü sevdim. onu sahiplendim. kıskandım. beni kıskanmanı sevdim. özledim dediğimde, uygun ortamda olmadığın için geçiştirmene bozulmayışımı sevdim.
gerçekten önemsediğini sadece "seni üzmek istemiyorum" lafından çıkarıp, tavırlarınla hissettirişini sevdim.
garip bir şekilde birbirimize açıklama yapmamızı, aslında sevgiliyiz ama ben bunu bi türlü kabul edemiyorum demeni umursamayışımı, hala giderken eve yemek yediğimiz yerden, elimi tutmayışını görmezden gelmeyi sevdim. senle büründüğüm yeni beni, sandığımda sakladığım ve senin çıkardığın eski beni, ikimizi, gülüşlerimizi, şehvetle attığımız bakışlarımızı, koyduğumuz sınırları sevdim...
"sevdim" benim için geniş zamandır paşam!
sevgi kalıcıdır çünkü, geçmiş değil geniş zamandır...
umarım sana bir gün okurum bunları... sonra birlikte güleriz yine "ne pis melankolikmişssin sen" dersin...
Not: uzun zamandır yazdıklarımı ilk kez biriyle paylaşma hissine kapıldım... Keşke yalnız bunun için sevseydim seni!
9 Aralık 2012 Pazar
29 Kasım 2012 Perşembe
En gerçek senin yanında gülüyorum...
sakinleştim, ehlileştim senin karşında... desem de inanma :)
adını duyduğumda yine heyecanlanıyorum.
bakma karşında sesimin çıkmadığına,
aslında ben en çok senin yanında konuşuyorum...
en gerçek senin yanında gülüyorum
öyle kafamı geriye atarak
öyle içten...
seni görüyorum,
seni görmüyorum.
bir anda dolduruyorsun varlığınla hayatımı
bir anda var mısın yok musun belli değil...
senin eleştirilerin dokunmuyor
oysa hiç gelemem eleştirilmeye
öyle bir an karşılaşıyoruz
sadece biz görüyor biliyoruz.
kocaman sarılıyoruz ruhumuzla
bedenimizse sadece merhaba...
ben beklediğim için geliyorsun ya sen güya
hani beni üzmekten korkuyorsun ya
o zaman o gözlerinle her yerde beni arama...
her gün bugün sil baştan diyorum
unut dün olanları,
unut gülümsemesini
unut sana bakarken seni içine çekmesini
nefes alırken senden bir parçayı da ruhuna hapsetmesini...
unut diyorum dünü ve bugün yeniden başla!
hayat öyle güzel dalga geçiyor ki bizimle,
sen ne kadar yanlış zaman desen de
hep seni getiriyor karşıma,
İNATLA!!!
30 Ekim 2012 Salı
Sensiz Olmaz
Hayat filmlerdeki gibi olsun istedim hep… Filmlerde şarkılar
gibidir ya. İyi ya da kötü bir umut taşır içinde. Hep vardır umut. Hep vardır
hayal. Açıktır her şey. Yalansız, oyunsuz…
Sen de öyle geldin. Gerçektin. Bir anda geldin. Hep aynı soruyu
sorduk; sen neden geldin odaya, ben neden sarıldım sana… Kaçamayacağımız bir
çekim alanına girdik. Sonra sorular başladı… Ardından korkular. Hiç olduğun
gibi değildin. Aslında hep yanımda olduğun gibi gerçektin de sanki ilk defa bu
kadar içtendin. Övdün, yücelttin, güldün, güldük, saçmaladık, ben ne diyorum ya
da ben niye konuşuyorum dedik hep. İkimizde duygularımıza karşı savunmasız
kaldık. Kendimize engel olamadık… Ama sonra…
Sonra fazla gevşedik dedik. Ben korktum, sen beni üzmekten
korktuğunu söyledin. Sen ilişki yaşayıp sonrasında beni üzme ihtimalinden
korktun, ben hiç yaşayamamaktan korktum. Farklıydı korkularımız… İnsanlar
hayalsiz yaşayamaz derim. Gerçekleşip gerçekleşmemesi mesele değil. Herkes ama
herkes hayal eder ve hayal ettiği için yaşar. Ama aynı zamanda korkar da. Gözü kara
insanların hayalleri korkularından büyüktür. Peki ya korkuları hayallerinden
büyük olanlar???
Onlar bir şey yaşayamazlar işte. Hayal ederler, hayallerini
dile dökerler, kendilerini tutamazlar konuşurken, hayallerinde büyürler… Sonra
bir anda bakarlar ki gördükleri manzara güzel, gördükleri manzara o an onlara
göre değil. O zamanda “kırdıysam ya da üzdüysem kusura bakma” deyip eskisi gibi
olmak isterler…
Eskisi gibi olunur mu hiç? O söylenenler nereye gidecek? Hadi
ben eskisi gibi olucam da sen nasıl olacaksın? Bana söylediklerini kendi
kulağımla duyduğumu bile bile, aklındakilerin şimdi sadece aklında değil benim
beynimde de olduğunu bile bile benimle eskisi gibi olabilecek misin? Ben gözünün
önünden geçip giderken siyah elbisemle, sen öylece bakıp kafanı çevirebilecek
misin? Huzur istiyorum demiştin ya. Bulduğun huzuru elinin tersiyle itip, o
huzuru yaratan insanı her gördüğünde için sızlamadan durabilecek misin? Demiştim
ya; ben senin söylediklerine inanırım, senle ilgili gerçek senin söylediğin
kadardır benim için diye… Söylediklerin itti beni bu düşüncelere.
O yüzden asıl ben seni kırdım ve üzdüysem ve hala kırıyor ve
üzüyorsam sen kusura bakma…
Gelelim bana. Dediğin gibi kadın aklı, hemen hayaller
kurdum. Mutluydum, mutluyduk… Gözlerimin içini güldürebiliyordun. Şarkılar vardı
aklımda. Sana söylediğim, bana söylediğin, şaka gibi gelen ama dinlerken sadece
o an birbirimizi düşündüğümüz şarkılar vardı… Sonra benim eski şarkılarım
vardı. İsimlerini söyledikçe aaa evet biliyorum dediğin, ya da aa evet
biliyorum dediğim… Filmler vardı… Gerard Butler, P.S: I Love You, Must Love
Dogs vardı… Kısaydı ama çok şey vardı…
Diyorum ki kendime düşündükçe; daha bitmedi, başlamayan
şeyler nasıl biter hem…
Ama bir yandan da üzülüyorum… Neden biliyor musun? Ben o senin
korktuğun halimizi sevmiştim. Yalansız, çıkarsız, saf, çocukça, biraz lise
ergeni, biraz fazla heyecanlı, ama içindekileri bıraksa sanki tüm dünyadaki
savaşları bitirecek kadar sevgi taşıracak kadar yoğun iki insan halini
sevmiştim. Tek üzüntüm şimdi, hayatlarımıza iki arkadaş olarak devam etsek de
aklımızda kalan hayallerimiz olacak…
Şimdi bizim filmimiz senaryosu tamamlanmamış bir proje gibi
raflarda, şarkımız ise bestesi tamamlanmamış nota kağıtları gibi dosyaların
arasında duracak. Dahası “Sen bir köşede bana bakacaksın, ben bir köşede bana
baktığını hissedeceğim. Sonra ben arkamı döndüğümde sen gözünü kaçıracaksın… Belki
de hiç umurunda olmayacağım kim bilir?”
Zaman gösterecek ilk sigaranın tadını bulup bulamayacağımızı;
o tuhaf, buğulu sesiyle söylerken şarkısını Müslüm. Soracağız belki de tekrar
tekrar gerçekten niye seni böyle istiyorum diye bulamadım diye…
Ben cevaplarımı sonraya sakladım; senden cevaplarımı
alacağım güne, belki de hiç vermemek üzere…
24 Temmuz 2012 Salı
GÜVEN/ME
Bu aralar tatlı hayat beni hep bu ikilemde bırakıyor. Neden mi?
Tanıdığımı sandığım bana göre uzun yıllar hayatımda yer eden insanların hata kendilerinde olmasına rağmen bana pislikmişim gibi davranmalarına şahitt oluyorum. 6 yıllık bir arkadaşlığın zor günlerinden sonra ne bir telefon geri dönüşü ne de maile cevap alıyorum. öyle sanki hayatını b.ka çeviren benmişim gibi muamele görüyorum. 7 yıllık ilişki bittiğinde de suçlanan ben olmuştum, onulmaz yaralarım varken üstelik.
ben 6 yıllık arkadaşıma, 7 yıllık ilişkime(EX) duyduğum güvenin sadece tek taraflı/ben taraflı oluşuna şahit olurken, hiç beklemediğim insanların bana yaklaşımları, aile gibi davranmaları konusunda ise şaşkınlığa bürünüyorum...
dedim ya tatlı hayat bana bişeyler anlatmaya çalışıyor... ya; "insanlar değişir, herkesten aynı kalmasını bekleme" diyor,
ya;"sen o çok iyi tanıyorum dediğin insanları bi b.k yerine koymuşsun aslında değillermiş, bak iyi oldu çok geç olmadan (!) gördüğün" diyor,
ya da; "amaaaan senle mi uğraşıcam, ne halin varsa gör, kafanı kullan, herkes sana en az senin kendine güvendiğin kadar güvenir, sorunu kendinde ara biraz" diyor...
al bana çoktan seçmeli sınav sorusu... umarım yakın zamanda bulurum da cevabını hayatımı gereksiz, edersiz insanları kıymetli hissettirerek kendimi değersizleştirdiğim günlerim geride kalır.
ek olarak çok sıcak, kendimi şubat ayındaki kalorifer peteği gibi hissediyorum :(
Tanıdığımı sandığım bana göre uzun yıllar hayatımda yer eden insanların hata kendilerinde olmasına rağmen bana pislikmişim gibi davranmalarına şahitt oluyorum. 6 yıllık bir arkadaşlığın zor günlerinden sonra ne bir telefon geri dönüşü ne de maile cevap alıyorum. öyle sanki hayatını b.ka çeviren benmişim gibi muamele görüyorum. 7 yıllık ilişki bittiğinde de suçlanan ben olmuştum, onulmaz yaralarım varken üstelik.
ben 6 yıllık arkadaşıma, 7 yıllık ilişkime(EX) duyduğum güvenin sadece tek taraflı/ben taraflı oluşuna şahit olurken, hiç beklemediğim insanların bana yaklaşımları, aile gibi davranmaları konusunda ise şaşkınlığa bürünüyorum...
dedim ya tatlı hayat bana bişeyler anlatmaya çalışıyor... ya; "insanlar değişir, herkesten aynı kalmasını bekleme" diyor,
ya;"sen o çok iyi tanıyorum dediğin insanları bi b.k yerine koymuşsun aslında değillermiş, bak iyi oldu çok geç olmadan (!) gördüğün" diyor,
ya da; "amaaaan senle mi uğraşıcam, ne halin varsa gör, kafanı kullan, herkes sana en az senin kendine güvendiğin kadar güvenir, sorunu kendinde ara biraz" diyor...
al bana çoktan seçmeli sınav sorusu... umarım yakın zamanda bulurum da cevabını hayatımı gereksiz, edersiz insanları kıymetli hissettirerek kendimi değersizleştirdiğim günlerim geride kalır.
ek olarak çok sıcak, kendimi şubat ayındaki kalorifer peteği gibi hissediyorum :(
2 Nisan 2012 Pazartesi
Ertelemek ve geride kalanlar üzerine…
Hayat çok garip değil mi? Önce önceliklerimizi belirliyoruz.
Sonra onlar için sıralama yapıyoruz. Başlıyoruz çalışmaya. Okul, iş, aşk derken
kendimizi unutuyoruz. Sonra önceliklerimizi unutuyoruz. Çünkü hayat akıp
gidiyor ve biz ne kadar akıntıya kapılmamak için çabalasak da bir şekilde
yer/yön değiştiriyoruz. Hayat bizi yönetiyor aslında, biz onu yönettiğimizi
sanırken.
Liseye kadar gem vurulmuş atlardan farkımız yok zaten. Kişisel
gelişim mi? O da ne? O zamanlar esamesi bile okunmuyor bu tanımın. “Kişisel gelişim
göstereceğine matematik öğren”. Sonra üniversite. Üniversite bitecek ki
kendimizi kurtaralım. Derslere, vizelere, finallere, mümkünse öğrenci
değişimine, yan dal çift ana dal’a odaklanmak lazım. Dans kulübü mü? Neee? Sinema
kulübü mü? Manyak mısın ne işin var öyle şeylerle. Otur dersini çalış, dönem
uzatmadan bitir üniversiteyi…
Ama öyle olmuyor. Hayat yine kendi yatağında akmaya devam
ediyor. Ve sen akıntıda önüne gelen çakıl taşlarından başka bir şey değilsin. Hooop
katıyor seni de derinliklerine. Bir bakmışsın aşık olmuşsun. Senin gibi çakıl
taşlarından birinin yanında, kapılıp gidiyorsun akıntıya. Ne oldu öncelikler? Hani
okul bitecekti. Hani sonra da iş bulup kariyer planı yapacaktın?
Bir şekilde tökezleyerek de olsa bitiyor üniversite. Tabii sen
bu ara yapacağı kariyer planlarını aşk yüzünden ertelemiş oluyorsun. Olsun ki! Ne
olmuş önceliklerinden birini diğeriyle yer değiştirmişsen. Kime neymiş? Sen bu
halde de pekala diğer önceliklerini de elde edebilirsinmiş. Öyle sanırsınmış.
Şimdi sıra aşkının olduğu yerde ya da aşkınla ortak karar
verdiğiniz yerde iş bulmaya geldi. Aaaa… O hiç öyle olur muydu? Sen önce işini
seçecektin. Sonra o seçtiğin yerde kendine bir aşk bulacaktın. Ne oldu? Sen İzmir’de
yaşayacaktın, aşkı da orada bulacaktın. Ama ne oldu? Eskişehir’de yaşadın. Aşıktın.
İş buldun, çıkarıldın, bir daha buldun, sen ayrıldın, sonra bir daha buldun,
aşkın bitti, yalnızsın artık. İzmir’deki birine aşık oldun. Ama sen Eskişehir’de
bir hayat kurdun. İzmir’de “aynı kafa” dediğin, yanında auranın tavan yaptığı
adam dururken sen önceliklerinin sırasını değiştirdiğin için Eskişehir’de kısılıp
kaldın. Peşinden insanları aileni sürükledin. Şimdi öyle ben gidiyorum deyip
gidemiyorsun da. Tırnaklarınla yaptın bu evi, kendin kurdun bu hayatı. Şimdi git
gidebilirsen. Yanında olsan İzmir’dekinin, şuan nişan yüzüğüyle dolu olacak sağ
elinin işaret parmağına şimdi bak. Büyüüüük bir boşluktan başka bir şey göremeyeceksin.
Hele bir de içine bak. Kalp kırıklıkları, hüzünler, aldatılmış hissetmeler,
boşa ve gereksiz çabalamalar…
Kişisel gelişim miiii? Eee… o kadar kalp kırıklığı, iş
değiştirmeler, ev değiştirmeler, eşya almalar derken bırak kişisel gelişimi sen
kaç senedir sinemaya gitmiyorsun, en son vizyonda izlediğin film neydi onu
hatırlıypr musun???
Şu an kendini içine öylesine salıverdiğin dinlenme sırası,
kendini dinlemen, kendine gelmen, nasıl hatalar yaptığını ve bir daha
tekrarlamaman gerektiğini hatırlamak için bir fırsat sana hayatın planlayarak
sunduğu. Umarım bundan sonra o akıntıya karşı direnemesen de, kendi
mutluluklarını ertelememenin bir yolunu bulursun. Umarım artık her gün
yattığında, aldığın nefesin kıymetini ve onun hakkını vermen gerektiğini
bilirsin.
Demem o ki; plan, öncelik, haklılık, haksızlık, pişmanlık,
yalnızlık, mutluluk hepsi hayatın sana sunduğu, açarsan 3 gözünü görebileceğin,
yok sen istemezsen de görmeyi 5 gözün olsa da asla göremeyeceğin şeyler… Hislerine
güven ve asla hiçbir şey için erteleme sen duygularını. Söyle, bağır çağır. Gün
gelir elbet doğruları bulursun. Bırak eğriler karşında yok olsun.
9 Ocak 2012 Pazartesi
ya tuttuysa?
Tanrı'nın beni yalnız bırakmadığına bugün tekrar şahit oldum...
Dualarımı duydu ve kabul etti.
Şimdi sıra kendim için 4 aydır dilediğim ve bugün neredeyse vazgeçeceğimi düşündüğüm dileğime tekrar sarılma vakti...
o da birgün olacak umarım... birgün düştüğüme değecek :)
Dualarımı duydu ve kabul etti.
Şimdi sıra kendim için 4 aydır dilediğim ve bugün neredeyse vazgeçeceğimi düşündüğüm dileğime tekrar sarılma vakti...
o da birgün olacak umarım... birgün düştüğüme değecek :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)