10 Aralık 2011 Cumartesi

40 yaş

ek olarak hala bu görüşümde ısrarlıyım: "40 yaşında ve mutsuz kadından her zaman korkmalısın ve mümkünse uzak durmalısın." yok beceremiyorsan uzak durmayı, şartlar zorluyorsa yanında kalmana, sallamıycan o zaman yoksa yıpranırsın...

"sorunlardan kaçmanın en kolay yolu onları çözmek"miş!

evett... çok mantıklı bi laf ancak ya direkt olarak senle ilgili değilse... ya kendi kendini değiştiriyorsan ve her seferinde işe yaramıyorsa... ya o da her seferinde değişiyor ve iyice mantık sınırından ayrılıyorsa.... işte o zaman çözüm aramaktan vazgeçip akışına bırakman gerekiyor demektir...

5 Kasım 2011 Cumartesi

şaşkınlık...

insan herşeyi kendi kendine yapıyor... ve bazıları bunu sürekli tekrar ediyorsa;
ve sürekli kendini resetleyip başladığı yere dönüyorsa;
bundan kendi aciz beynini değil başkalarını sorumlu tutuyorsa;
evet, ben de onlara karşı gayet vicdansızım.
hiiiiiç üzülmüyorum!

27 Ekim 2011 Perşembe

hayır demek...

anneler çocukları hayır dediğinde ısrar etmemeliler... ki çocuklar hayır demenin ne demek olduğunu, hayır dediklerinde geri adım atmak zorunda olmadıklarını bilsinler...

15 Ekim 2011 Cumartesi

aradaki fark...

Artık Pazar günlerini de seviyorum. ve bunun tek nedeni kendimi yeniden sevmeye başlamış olmam... aşağıdaki yazıyı yazdığımdan bugüne ne kadar hızlı ve güzel değiştim öyle... teşekkürler yolumu aydınlatan hocama... :))

"25 Eylül 2011Pazar günlerinden nefret ediyorum. Genelin sendromu Pazartesidir, ama benimki Pazar. Ne sabah kalkmak biliyorum ne de gün boyu gülmek… hayal edemiyorum, normalde içinde yaşadığım filmlerimin içine giremiyorum. Yüzüm asık enerjim yok. Akşam arıyorlar sonra seni bugün çok durgun gördüm neyin var diye. Diyemiyorum ki bugün Pazar başka bir şey olmasına gerek yok ki!Eskiden kavga ederdim mutlaka. İlla bir şey bulurdum. Sonra kendimden nefret ederdim pazarları… şimdi de beynimin içinde kendimle kavga ediyorum. Neden böyleyim ben, altı üstü Pazar günleri sadece bu kadar sapık, kıskanç, sinirli, huysuz, iğrenç oluyorum nesi var ki bunun diyemiyorum.Mesela bugün; öğlen birkaç arkadaşla bir sebeple bir araya geldik. Birkaç saat vakit geçirdik. Sonra herkes yanına birini/birilerini alarak dağıldı, bir yerlere gitti. Ben eve döndüm. Sabahtan beri baktığım sosyal paylaşım sitelerine tekrar tekrar baktım. Belki bir şey yazmıştır, belki dönmüştür diye… yüzüm güler diye… belki benim yazdığım mesaja “ben de” der diye…Bir tek o mu acaba beklediğim? O mu aradığım? Ruhumun, hücrelerimin aradığı şey o mu gerçekten? Yoksa kendimi kandırıyor muyum her zamanki gibi? Cevap veriyorum; “Evet” kandırsam da inanıyorum. Ben böyle kendimi bir şeylere inandırarak yaşıyorum. Kendi filmlerim var. Kendi Superman’lerim, Gerry’lerim, Bridget’lerim, Suzan’larım, Robin’lerim… Bir süre sonra hem miyadları da doluyor. Kendiliğinden kayboluyorlar dünyamda, filmlerimde… daha az üzülüyorum o zaman. Özlüyorum onları ama artık sahneye çıkma hevesleri yada yaşları dolmuş, zamanları geçmiş birer aktör/aktrist gibi çekiliveriyorlar hayatımdan. Bana da özlemle anmak kalıyor. Yüzümde bi tebessüm ya da bi hüzün çizgisi oluşturuyorlar o kadar.
Keşke pazarlar için de bunu yapabilseydim."

başlarken...

kitap yazmaya başlayanlar böyle yazarlar sanırım...
ben, kendi kendime düşünüp, konuştuklarımı yazıya dökmek istedim. dünyada benim gibi düşünen bir tek ben miyim diye merak ettim...
güle güle, yeri geldiğinde de ağlayarak okuyacağımız nice güzel paylaşımlar olması dileği ile...